Çağdaş toplumlardaki yaşam biçiminde iletişimin en önemli öğelerden birihaline geldiği ve mutlu ve üretken bir birey olmada eğitimin son derece önemli bir yer tutuyor olduğu tartışılmaz gerçeklerdir. Bu durum işitme kaybını, diğer yetersizlik alanlarından çok daha önemli bir hale getirmektedir. Çünkü işitme kaybı kesinlikle her yaşta iletişim sorununa yol açar, ama özellikle doğuştan ya da erken çocuklukta ortaya çıktığında, konuşma kadar öğrenme süreçlerini de doğrudan etkiler; yazılı dil (okuma-yazma) dâhil eğitim süreci de geri kalır. Bu bağlamda da farklı bir süreç, toplumda eşit şekilde yerini alma şansının kaybına giden bir sosyal farklılaşma süreci başlar.
Bu farklılaşma süreci bağlamında işitme kaybının en basit hali, presbiakuzi veya otitis media ile ilişkili iletim tipi işitme kayıplarıysa, en ağır hali de doğuştan ortaya çıkan, işitsel rehabilitasyon yapılmayan, konuşma öğrenemeyen, aile içindeki doğal öğrenme sürecini kaçıran ve örgün eğitim sisteminden faydalanamayarak sosyo-kültürel anlamda farklılaşan 'Sağır'lardır. Sağır vatandaşlarına işaret dilinde eğitim ve kamusal hayat sağlamayı henüz başaramamış bir ülke olduğumuzu da dikkate alırsak, işitme kaybının özellikle çocuklardaki erken tanısı ve (re)habilitasyonu son derece önemli bir husustur.
Bu süreçte en büyük sorumluluk; sağlık sistemine, yani KBB hekimine ve bağımsız alan uzmanı olan odyologlara düşmektedir. Ancak, ne yazık ki KBB alanının en önemli yakınmalarından olması gereken ve yukarıda bahsettiğimiz gibi sadece tıbbi değil sosyo-kültürel ve ekonomik boyutları olan işitme kaybı, KBB uzmanlarının eğitiminde hak ettiği yere ve öneme sahip değildir. Ülkemizdeki pek çok üst düzey eğitim kurumunda dahi, işitme kayıplı bir çocuğun tanısı, uluslararası kabul gören bilimsel standartlarda konamamakta, çağdaş demokratik bir hukuk devletinin saygın bir vatandaşı olmanın ilk adımı olan erken tanı ve doğru (re)habilitasyon şansını kaybetmektedirler. Ama aynı merkezler, örneğin kronik otit veya ses cerrahisini ya da endoskopik pek çok ameliyatı uluslararası standartlarda gerçekleştirebilmektedirler. Sorunun bir diğer boyutu da, işitme kaybı tanısı konan olgulara işitme cihazı verilmesi sürecidir ki yenidoğan taramasında saptanan, saptanması için ilgili kurumların binlerce lira harcadığı bebekler, kliniklerde cihaz uygulayacak uzman olmaması, ailelerin maddi sorunları ve satıcı firmalardaki uzman personel yetersizliği gibi nedenlerle vaktinde cihaz alamamakta, doğru cihazı alamamakta ya da doğru şekilde kullanamamaktadırlar. Görüleceği üzere, işitme kayıplı bireylerin (özellikle de bebeklerin) ve ailelerinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak uğradığı haksızlığın nedeni, kesinlikle öncelikle maddi, yani kamu kaynaklarının yetersizliği değildir.
Problemin büyüklüğünün anlaşılamaması ve alan uzmanlarına duyulan gereksinimin göz ardı edilmesi sorunun en önemli kaynağıdır.
İşitme kaybı bir tıbbi yakınma ve klinik tanıdır. Ancak, işitme kaybı olan bireylerin belli bir kısmı, işitme kaybı ve ona eklemlenmiş olan diğer yetersizlikler (konuşamama, kavrama bilgisi yetersizliği, öğrenme ve eğitim zorlukları, psikososyal problemler) ile birlikte işitme engelli haline gelirler. Engellilik (disability) kavramı neredeyse 30-40 yıldır, tıbbi bakış açısının ötesine geçmiş bir olgudur. Çünkü engelli, tıbbi bakışa göre 'normal'den farklı olan konumundadır. Ama çağdaş demokratik bir toplumda bize göre normal olsun ya da tamamen pek çok uzuv ve yeterliliğiyle eksik olsun, insandan doğan her insan, insandır; yani vatandaştır. Bu kavram daha 1940'larda, BM İnsan Hakları Beyannamesi'nde açıkça zikredilmiştir. Ama muhtemelen geçen 60 yılda yeterli anlaşılamadığının örnekleri çok sayıda görüldüğü için (özellikle Batı ülkelerinde gelişen engelli hakları hareketinin de bir tezahürü olarak) 2009 yılında BM Engelli Hakları Sözleşmesi (BMEHS)'yle hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde netlik kazandırılmıştır:
Engelliler de, görünür bir engeli olmayanlar kadar insandır ve kamu (sadece devlet değil, kamusal hayata katkıda bulunan bütün kurum ve kuruluşlar, özel sektör ve sivil toplum örgütleri dâhil) onlara eşitlenmiş olanaklar sunmak ve saygı göstermekle yükümlüdür. Engelliler bu haklarını ve doğal olarak da sorumluluklarını, yetersizliklerine uygun ve uyarlanmış şekilde yerine getirirler.
BMEHS 2009 yılında hükümetimiz tarafından imzalanmış, TBMM'de onaylanarak anayasa üstü bir hukuk belgesi haline gelmiştir. Ayrıca yeni TCK'da engellilere eşit/eşitlenmiş olanaklar sağlamamayı, onların haklarını görmezden gelmeyi 'ayrımcılık' suçu haline getirmiştir.
Bu bağlamda; karşımıza yaşla ortaya çıkan ya da travma ya da enfeksiyona bağlı işitme kaybı yakınmasıyla gelen bir erişkine, sadece hasta muamelesi yapma keyfiyetine devam edebiliriz; ama karşımıza doğuştan işitme kayıplı bir birey geliyorsa bu kişi, kesinlikle farklı bir sosyal statüye sahiptir: 'engelli'dir. Aslında, ileri yaşta işitme kaybına sahip olanlar da, eğer belirli bir seviyenin üzerinde işitme kayıpları varsa, toplumsal koşulların sınırlılıkları nedeniyle engelli statüsündedirler. Unutmamalıyız ki Dünya Sağlık Örgütü, ICF kapsamında her bireyin kendi özelinde değerlendirilmesini savunmaktadır. Ayrıca, unutmamamız gereken bir diğer gerçek de, hangi yaşta ortaya çıkmış olursa olsun, işitme cihazı ya da koklear implant kullanıyor olmak, bir işitme engelliyi engelli konumundan çıkarmaz; sadece engelli durumlarıyla ilgili tıbbi yardımlardan birisinin sağlandığı anlamına gelir.
Bu nedenle işitme kaybı, bir kulak ağrısı ya da geniz akıntısı yakınmasından farklı bir yakınmadır. Geldiği yaşa göre değişmekle birlikte acildir; ilerleyicidir; ilerlemesi sadece işitsel alanla sınırlı ve sadece tıbbi yönde değildir; konuşma, anlama-öğrenme ve hatta diğer sosyal-beşeri alanlara doğru ilerler. Eğer biz, örneğin tarama programı kapsamında daha yenidoğan döneminde işitme kaybı şüphesiyle bize sevk edilen bir bebeğin ya da 1,5 yaşına gelip de annesinin 'galiba duymuyor' şüphesiyle karşımıza getirdiği bir çocuğun işitme kaybını o kurum içinde tanılayamıyor ve gereğini yapamıyorsak (en azından bunu yakın bir iki il içinde sevk sağlayarak çözemiyorsak), Anayasa'mızın bariz hükümlerini çiğniyoruz demektir. Çünkü bu bebekler, hemen doğru çözümlere kavuşamazsa, 1-2 yıl sonra hem işitme kayıplı, hem konuşamayan ve belirli oranda öğrenme güçlüğü gelişmiş bir birey haline geleceklerdir. Çok daha zor bir tanı ve (re)habilitasyon süreci başlayacaktır. Ülkemizde işaret dilinde (re)habilitasyon ve eğitim olanağı olmadığı için de maalesef pratikte pek çok hak ve olanaktan faydalanamayacaklardır. İşitme cihazı ya da koklear implant kullanan bir öğretmen ya da hekim olmak yerine, işaret dilini dâhi hakkıyla kullanamayan sağır ve çoğunlukla da işsiz bireyler olarak toplumdaki yerlerini alacaklardır.
Şu anda 2012 yılının Türkiye'sinde yaşıyoruz. Sosyal bir hukuk devleti ve demokratik bir ülkeyiz. Milli gelirimiz hızla artıyor. Sadece yukarıdaki saydığım antlaşmaları imzalamakla kalmadık pek çok başka demokratik ve hukuki reformu yaptık. Öyleyse bu ülkede; her birisi on yılları geçkin bir tarihe sahip olan ve cihaz parkında en üst düzey lazer, radyofrekans, endoskopi vb. cihazları barındıran ve çok sayıda KBB uzmanın da çalıştığı hiçbir klinik (ilgili yasal mevzuatta belirtilen), 'makul tedbirler' bahanesine sığınarak, kliniğimize işitsel tanıyı sağlayacak bu cihazları bir türlü alamadık, gerekli yeri bulamadık ve hiç olmazsa bir alan uzmanı ve birkaç teknisyeni çalıştıramadık, bu nedenle bu çocuğa vaktinde tanı koymayı ya da sorumluluğumuz olan uygun cihaz vermeyi sağlayamadık, diyemez.
Bu alanda, ülkemizin gerçeklerine ve deneyimlerine uygun olarak yeterli uzman eleman yetiştirmek de Yükseköğrenim Kurumu'nun ve Sağlık Bakanlığı'nın görevidir; elbette bu konuda başta üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarını kullanacaktır; ama belirleyici olması gereken, kural koyması ve süreci özendirecek ve geliştirecek politikaları geliştirmesi gereken yine de bu iki kurumdur. Üniversite ve eğitim hastanelerinin gereksinim duyduğu uzman odyologları, odyologları ve yeterli donanıma sahip odyometristleri yetiştirmek ve onların istihdamını sağlamak, yukarıda bahsedilen bütün sorunların çözümünde anahtar rol oynayacaktır. Ancak, günlük çözümlerin neden olduğu kalıcı sorunlara yol açacak yanlışlara zemin hazırlamamaya da özen göstermek gerekir. Gelinen aşamada mükemmeliyetçi bakışın pratikte, kaçınılmaz olarak yol açtığı ihmal ise en olmaması gerekendir.
Bu sayı hazırlanırken, doğal olarak, yer sınırlaması nedeniyle pek çok başlığın dâhil edilmediğini ve içeriklerin kısıtlandığını belirtmek isterim. Ama sanırım, yine de işitme kayıplı bir çocuk ve erişkini değerlendirirken gereksinim duyacağımız temel bilgiyi sunarken ülkemizin bu alandaki geçmişine ve bugününe de ışık tutan bir kaynak yaratabildik.
Bütün yazar arkadaşlarım adına, bize bu olanağı sağlayan Türkiye Klinikleri Dergileri Yayın Yürütme Kurulu'na ve sekreteryamızı büyük bir özenle yürüten Sayın Ayfer Koç'a özellikle teşekkür etmek isteriz.
Bu sayıya katkıda bulunan ve her biri alanının önde gelen bilim insanları ve akademisyenleri olan değerli yazar arkadaşlarımıza emekleri, özverili çalışmaları ve değerli katkıları için ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Konuları ve yazarları belirlerken, işitme kaybının çok yönlü, çok disiplinli ve hatta 'çok kültürlü' bir alan olduğu gerçeğinden yola çıkarak her bir bölümün yazarlarını, bu alanda ekip çalışması kültürünün ülkemizdeki en iyi örnekleri arasından seçmeye ve bu ekip ruhunu bu sayfalara yansıtarak sadece içinde yer alan bilgiler ile değil, bu yönden de örnek olmasını sağlamayı amaçladık. Umarım bir nebze de olsa başarılı olmuşuzdur. Eksiklerimizin daha sonraki yıllarda yeni ekipler ve araştırmacılar tarafından kapatılacağını, geliştirileceğini ve elbette ki eleştirileceğini de bilerek bu sayıyı görüşlerinize sunuyoruz.
Son olarak da, asıl ilk söylememiz gerekeni söyleyelim:
Türkiye'nin bu gereksinimini yıllarca önce fark ederek odyoloji alanını ülkemize kazandıran Hacettepe Üniversitesi'nin kurucu hocalarına ve bir kısmı bu sayının yazarı olan ve her daim hocalarımız olacak olan ilk kuşak uzman odyologlarımıza hem kendim, hem diğer yazarlar hem de camiamız adına teşekkür ediyorum.
Ve izninizle, bu özel sayının editörü ve yazarları olarak, Türkiye Klinikleri Dergileri Yayın Yürütme Kurulu'nun bilgisi ve onayıyla, elinizdeki basılı eseri, ilk kuşak kurucu öğretim üyelerinden birisi olan ve hiç beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan değerli hocamız Prof.Dr. Soner ÖZKAN'a ithaf etmek istiyoruz.
Ruhu şâd olsun; anıları, öğrettikleri ve öğrencileriyle hep aramızda olacak!
Saygı ve sevgilerimle.
Prof.Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU
Sayı Editörü
.: İşlem Listesi