Mustafa Kemal ATATÜRK
Odyoloji; sesleri ''nasıl işittiğimizi'' veya daha doğru bir ifadeyle ''nasıl, neden ve ne kadar işitemediğimizi" inceleyen bir bilim dalıdır. Konuşma (dil ve konuşma bozuklukları alanı bir tarafa bırakılsa bile), odyolojinin en önemli ilgi alanlarından biridir.
Sonradan edinilen işitme kayıplarında en sık yakınılan husus, "konuşulanların anlaşılamaması"olduğu gibi, doğuştan işitme kayıplarının da (tarama programları öncesinde) ilk belirtisi ve en önemli sonucu "konuşma gelişiminin olmaması"dır. Dolayısıyla her türlü işitme kaybında işitsel (re)habilitasyonun en büyük başarısı, bireyin bütün özellikleriyle konuşmayı anlayabilir hâle gelmesi olarak kabul edilir; işitsel (re)habilitsyon yolunu tercih eden doğuştan işitme engelliler için bu başarının olmazsa olmaz göstergesi de konuşabilir hâle gelerek akademik sürece dahil olabilmeleridir.1
Konuşma; odyolojik testlerin en sık kullanılan uyaranlarından biridir. Muhtemelen de insanoğlunun işitsel-sözel iletişiminin yeterliliğini her seviyede ölçmek için en kapsamlı veri sağlayan uyarandır. Çünkü insanoğlu işitsel-sözel yolla iletişim kuracak şekilde evrimsel gelişim göstermiştir. Bir yandan beyindeki öğrenme, hafıza ve diğer entelektüel işlevlerle ilgili olan merkezlerini bu işitsel-sözel uyaranı temel alarak şekillendirmiş, diğer yandan kişiliğini toplum içinde ortaya koymayı, sosyal ilişkilerini ve bunun kültürel sonuçlarını büyük oranda "işitsel-sözel" yolla başarmıştır.
İnsanoğlunun gerek bilişsel gerekse sosyokültürel gelişiminin ortak aracı konuşmadır, diğer bir ifadeyle sözel dildir. İşitsel-sözel olarak iletişim kurma tercihi sayesinde, millet kavramının ve kültürel farklılığın temeli olan farklı diller ortaya çıkmıştır. Aynı dili konuşanlar giderek diğer dilleri konuşanlardan farklılaşmışlardır.2
Bu bağlamda konuşma; her dilde sadece farklı sesbirimlerin farklı yapısal özelliklerle bir araya geldiği işitsel-sözel ürünler olmaktan çok daha öteye geçer, kökleri tarihin derinliklerine inen parçasal (sesbirimsel) ve parçalarüstü (prozodi, vurgu, ton, ezgi, durak vb.) özellikler taşırlar. Ayrıca sadece sözcüklerin anlamında ve bunlara hayatiyet kazandıran gramer özelliklerinde değil, en küçük morfem ve duygulanım seslerinde bile diller arasında büyük biçim ve anlam farklılıkları vardır.
Olguların "nasıl, neden ve ne kadar işitemediklerini" anlamak için subjektif ve objektif testlerde uyaran olarak konuşmanın kullanmasına karar verildiğinde her bir dilde akustik, yapısal ve içerik olarak farklı olan bir uyaranın kullanıldığı bilinmelidir. Bu uyaran, öncelikle diğer dillerdekinden farklı, o dile özgü sesbirimlerinin frekans dağılımına sahiptir, ancak tek akustik farklılık bu değildir. Ayrıca, dilin o dile özgü parçalarüstü özelliklerinin de katkısıyla, frekans dağılımında her bir frekans kümesinin üstlendiği enerji yükü ve daha da önemlisi "konuşma" denilen dile özgü frekans dizgesinin her bir alt üyesinin süreleri de farklıdır.
İşiten bir bebek, doğduğunda bile anadilini diğer dillerden, annesinin sesini de diğer seslerden ayırt edebilmektedir. Muhtemelen bu detaylı bir sesbirimsel (parçasal) frekans seçiciliğiyle değil, her bir konuşmanın şiddet ve süre değişkenleriyle belirlenen "müzikalitesi" (prozodisi) ve annenin sesinin genel frekans dağılımıyla ilişkilidir. Bu algı, her yaştaki işitme kayıplılar için de geçerlidir. Odyolojide genel kural, o dil ve o toplum için anlaşılmaz olan sözcüklerin testlerde kullanılmamasıdır, çünkü o dilde anlamlı olmayan bir sözcüğün denek/hasta tarafından anlaşılmamasının nedeninin işitme kaybı olduğunu iddia etmek zordur. Aynı şekilde bir konuşma, uyaranı deneğe/hastaya o dile özgü müzikalitede sunulmadığı takdirde de anlaşılması zorlaşır. Yazı dili, çok uzun süreden beri sesbirimlerin sesbirimciklerini (alofonlarını) ve sözcüklerin vurgu farklarını gösteren yazım işaretleri olmadan kullanılmaktadır. Bu durum sözcük listelerinden cümle veya metin içeren testlere kadar, odyoloğa "doğru telaffuz"a sahip olma sorumluluğunu yüklemektedir. Ayrıca, Türkiye Türkçesinin yöresel değişkelerinin (ağızlarının) getireceği anlam ve ifade/anlama (ve ifade etme) farklılıklarının, testlerin sonuçlarına nasıl yansıdığını da sorgulamak gerekmektedir. Acaba Anadolu ağızları, en basit testimiz olan konuşmayı ayırt etme testlerinin sonuçlarını nasıl etkilemektedir? Bazı Anadolu ağızlarında uzun ünlü kullanımlarının neden olduğu görece daha yüksek enerjili (genelde 4000 Hz altında toplanmış) ünlü formant frekansları, yüksek frekanslı (4000 Hz üzeri) ünsüzlerin katkısını, özellikle yüksek frekanslarda işitme kaybı olan bireylerde maskelemekte midir? Dolayısıyla sözcüğün daha zor anlaşılmasına mı yol açmaktadır, özellikle gürültü eşliğinde yapılan testlerde?..
Konuşma ögelerinin odyolojide kullanılması başka soruları da akla getirmektedir: Türkçede sözcük vurgusu genellikle sözcüğün son hecesindedir, özel isimlerde ve bazı özgün ve istisnai durumlarda ise ilk hecededir; çok heceli sözcüklerde bazı özgün durumlarda sözcük ortasındaki heceye de kayabilmektedir. Bilindiği üzere, vurgu olan hecenin sesbirimsel enerjisi artmakta ve kısmen de olsa frekans içeriği değişmektedir. Acaba, özellikle çok heceli sözcük listelerinde odyologlar tek tek sözcükleri okurken vurgu nereye kaymaktadır? Türkçenin ağızlarında soru cümlelerinin şiddet yükselmesiyle/vurguyla bitirilmesi sık karşılaşılan bir durumdur. Acaba odyologlar sözcük listelerini okurken her bir sözcüğü soru vurgusuyla mı deneğe/hastaya yöneltmektedirler? Vurgu değişimi, sözcüklerin kaçında işitsel uyaranın frekans içeriğinde algılanabilir düzeyde anlamlı bir farklılığa yol açmaktadır? Kullanılan sözcük listeleri, cümleler ve metinler Çağdaş Türkiye Türkçesinin sesbirim özelliklerini ne derece karşılamaktadır? Cümlelerin parçalarüstü özellikleri testler sırasında ne derece dilimize uygun bir şekilde korunabilmektedir? Kadın ve erkek konuşmasının, evrensel ve dile özgü farklılıkları vardır, bu durumda kadın ve erkek odyologların ürettiği konuşma testleri hangi avantaj ve dezavantajları içermektedir? Bu hususta oldukça kritik bir soru da şudur: Türkçede "Konuşmayı Algılama/Anlama Eşiği (Speech Recogniton/Reception Threshold, SRT)" için kullanılacak yeterli sayıda eşdeğer vurguya sahip iki anlamlı heceden oluşan sözcükler ("spondee") sahiden yok mudur ki ülkemizde bu test için değişken vurgu taşıyabilen üç heceli sözcükler kullanılıyor?..
Görüldüğü gibi odyoloji bilimi, o ülkenin dilinden ve Dilbilimin fonetik ve fonoloji alanlarından bağımsız bir disiplin değildir, hatta odyolojiyi Dilbilimin ve Türk dilinin uygulama alanlarından birisi olarak dahi görmek mümkündür. Elbette ki burada detaylı olarak üzerinde durulması gereken nokta, genel fonetikten ziyade anadile özgü sesbilgisidir.
Bu durumda odyoloji eğitimi alanlar ve odyolojiyi bir meslek olarak sürdürenler, odyoloji alanında akademik çalışma yapanlar ve hatta odyolojik test sonuçlarına bakarak tanı koyacak olan hekimler, dil ve konuşmanın değişken doğasını ve doğayı anlamak için geliştirilen metodolojiyi bir ölçüde bilmek zorundadırlar. Öncelikle her odyolog o ülkenin anadilini bütün kurallarıyla son derece iyi bilmeli ve kullanmalıdır. Ülkesindeki yöresel ağız farklılıklarını ana hatlarıyla bilmeli ve çalıştığı, çalışmaya başlayacağı yöreye özgü olanları da çok iyi öğrenmelidir.
"Unutmayın! Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar götürecek tek bir dil vardır: Türkçe. Dilinize sahip çıkın! Türkiye'nin kurtuluşu, Türkçenin kurtuluşuna bağlıdır. Türkçe giderse, ne Türkiye kalır, ne Türk Dünyası ne de Türk!"
Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU
Bu bağlamda, ülkemizde görev yapan bir odyolog ve KBB hekimi, tarihî ve yaşayan yazı dili ve lehçeleriyle Türkçenin genel yapısını iyi bilmelidir. Sadece Çağdaş Türkiye Türkçenin ses bilgisi değil, Türkçenin dünyanın en eski dillerinden birisi olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak sesbilgisel özelliklerin tarihi süreci ve Türkçenin tarih boyunca yazıldığı alfabeler, alan uzmanı tarafından ana hatlarıyla da olsa bilinmelidir.
Bu kitapta muhtemelen ülkemizde bir ilk olarak Türkçenin fonetik ve fonolojik özelliklerini, odyolog ve KBB hekimlerinin bilgisine sunmak, Türkçe ve Dilbilim alanında çalışanlara ise odyolojide kullanılan konuşma testlerinin özelliklerini anlatmak hedeflenmiştir.
Eldeki kitap, Türk dili bölümünün editörü Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL ve Dilbilim bölümünün editörü Doç. Dr. Güven MENGÜ ile birlikte hazırlanmıştır. Çalışmanın ana fikri ve kapsamı konusunda uzlaşıldıktan sonra alanla ilgili uygun yazı başlıkları ve yazarlar belirlenmiştir. Disiplinler arası ilk deneme olmasından dolayı bu kitabın öncelikle üç ayrı bilim alanının birbirini tanımasına vesile olacağını, ayrıca yapılacak ortak çalışmalarla konuşma odyolojisi alanında yeni Türkçe test ve ölçeklerin geliştirilmesine katkı sağlayacağını ümit ediyorum.
Unutulmamalıdır ki Türkçe, çok geniş bir coğrafyada en az 2000 yıldır konuşulmaktadır ve bu geniş coğrafyada işitme kaybı ve konuşma bozuklukları, en az dünyanın geri kalanında olduğu kadar yaygındır.
Türkiye Klinikleri ve çalışanlarına bu kitabın hazırlanmasında sağladıkları olanak ve destek için bütün yazarlar ve editörler adına teşekkür ederim.
Bu kitaba birbirinden değerli ve ilginç bölümleri kaleme alarak katkıda bulunan yazarlara ayrı ayrı teşekkür borçluyum. Farklı bir okuyucu kitlesine hitap ediyor olmanın zorluğunu da göze alarak bu işi kabul ettiler ve bizlere birbirinden değerli ve birbirini tamamlayan 24 bölüm hazırladılar. Bu kitabın, bundan sonra yapılacak ortak çalışmalara kaynaklık edeceğine inanıyorum.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve çağdaş Türk dili çalışmalarının öncüsü, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün adını taşıyan ve onun tarafından kurulan ilk yükseköğrenim kurumu olan Gazi Üniversitesi çatısı altında, Güven MENGÜ ve Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL ile uzun yıllar birlikte çalışma imkânına sahip olduk. Daha sonra, onlar, Anadolu'da Türkçenin yayılmasına büyük katkı sağlayan Hacı Bayram Veli'nin adını taşıyan yeni Üniversitelerinde çalışma hayatlarına devam ettiler. Bu kitap, kurumsal ayrılığın projeleri ve akademik çalışmaları engelleyemediğini, hatta ortak çalışma azmini daha güçlendirdiğini göstermiş oluyor.
Güven MENGÜ, bu çalışmanın asıl fikir babasıdır, gerek bu kitapta ilgili Dilbilim konularını ve bu alanda yetkin isimleri bir araya getirdiği için, gerekse uzun yıllardır Gazi Üniversitesi Odyoloji programına ve araştırmalarına verdiği destekten dolayı kendisine teşekkür ederim. Bugüne kadar birlikte gerçekleştirdiğimiz çok yönlü proje ve akademik çalışmaların bundan sonra da devam edeceğini ümit ediyorum.
Türk dili ve Türkoloji alanında ülkemizin önde gelen akademisyen ve araştırmacılarından olan Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL'e bu kitapta ilgili Türk dili konularını ve alanın yetkin isimlerini belirlediği ve yirmi yılı aşkın bir süredir verdiği destek ve dostluğu için teşekkür ederim. Türk Dünyasının dil ve kültürüne hizmet eden değerli hocamızla ülkemize ve Türk Dünyasına yeni projelerle katkı sağlayacağımız inancındayım.
Siz değerli okuyucularımıza da yazarlar ve editörler adına bu alanda gelecekte yapacağınız değerli çalışmalar için şimdiden sonsuz teşekkürlerimi bildirmek isterim.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU
Editör
1 Elbette ki konuşma, diğer bir ifadeyle işitsel-sözel dil, işitme engelli bireyler için tek seçenek değildir, fakat bu, toplumun genel tercihidir. Unutulmamalıdır ki her ülkede işitsel (re)habilitasyonu istemeyen ya da ilk iki yaş içinde bu şansı bulamayan doğuştan işitme engelliler vardır ve var olacaktır. Bu bireyler için toplumun geneliyle eşdeğer bir toplumsal ve akademik hayat, işaret diliyle sağlanabilir.
2 Doğuştan işitme engelli olup işaret dili ile iletişim kuran bireylerde, Sağırlarda, toplumun geneliyle eşdeğer bilişsel ve sosyokültürel gelişim ve farklılaşma millî işaret dilleriyle sağlanır.
Türkçe, dar anlamda Türkiye Türkçesini ve ağızlarını ifade eder, ancak geniş anlamda tarihî ve modern yazı dillerini de kapsayan bir kavramdır. Bu, tarih boyunca çok geniş Türk coğrafyasında yazılan eserlerde dilimizin Türkçe, Türkî, Türk tili ve Türk dili kavramlarıyla adlandırılmasından da anlaşılıyor. Türk Dünyasının ortak yazı dili, 13. yüzyıla kadar Köktürk, Uygur, Karahanlı dönemi eserleriyle temsil ediliyor. Adı geçen dönemler; ses ve biçim bilgisi, ayrıca temel Türkçe söz varlığı bakımından hiç şüphesiz birbirinin organik devamıdır. Farklılık, sadece alıntı söz varlığında izlenir: Köktürk döneminde çok az sayıda Çince kelime, Uygur döneminde bol sayıda Sanskritçe kelime, özellikle İslami dönemin ilk temsilcisi olan Karahanlı Türkçesinde Arapça ve Farsça kelimeler... O dönemde ayrıca Budizm ve Maniheizme ait kavramların, ardından İslami kavramların Türkçe karşılıkları, Türkçenin ifade gücünü de ortaya koyuyor.
13. yüzyılda İran, Azerbaycan ve Anadolu'da Türkçeden ikinci bir yazı dili doğuyor. Oğuz konuşma dili, bu coğrafyada Batı Türkçesini temsil etmeye başlıyor. Bu tarihten 19. yüzyıla kadar gerek Doğu ve gerekse Batı Türkçesiyle yazılan eserlerde Türkçe, aynı kavramlarla ifade edilmeye devam ediyor. Doğu Türklüğü tarafından 19. yüzyıla kadar kullanılan Türkî, Türkçe ve Türk tili kavramları, bu asırdan itibaren yerini Çağatayca terimine bırakır. Ardından Sovyet döneminde 1920-1930 yıllarında Doğu Türklüğünün ortak yazı dili Türkî (sonraki adlandırmayla Çağatay Türkçesi) ortadan kalkıyor, boy ağızlarına dayanan ve boy adlarıyla adlandırılan yazı dilleri ortaya çıkıyor: Kırgız, Kazak, Uygur, Özbek, Tatar yazı dilleri vb. İlk yazılı belgelerden günümüze kesintisiz olarak yazılan metinler, Türkçenin ses ve biçim özelliklerini, ayrıca söz varlığını izleme imkânı veriyor
Bu çalışmanın Türk dili bölümü; Odyologların ve KBB hekimlerinin Genel Türkçe konusunda bilgi sahibi olmaları amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmanın fikir babaları sevgili dostlarım Prof. Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU ile Doç. Dr. Güven MENGÜ'dür. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalına uzun yıllar emek vermiş olan, meslek ahlakı ve dostluğunu daima hissettiğim Yusuf K. KEMALOĞLU Hocamıza, bana ve meslektaşlarıma bu fırsatı verdiği için sonsuz teşekkür ederim. Kendisi, uzun yılların deneyimiyle ve geniş ufkuyla Türkoloji bilimini KBB ile buluşturdu. Bu tür disiplinlerarası çalışmaları devam ettireceğine inanıyorum. Güven MENGÜ ile Gazi Üniversitesinde başlayan mesai arkadaşlığımız ve dostluğumuz, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinde artarak devam etti. Şahsıma gösterdiği sevgi ve saygısı burada hatırlanmaya değer. Kendisine en içten teşekkürler!..
Bu kitapta yer alan yazıların konuları Yusuf K. KEMALOĞLU ve bendeniz tarafından belirlenmiştir. KBB hekimleri ile odyologların en çok ihtiyaç duyabilecekleri temel konular seçilmiş ve yazar olarak alan uzmanı değerli meslektaşlarım katkı sunmuştur. Prof. Dr. Mustafa ÖNER, ömrünü Türk Dünyası araştırmalarına vakfetmiştir. Kıpçak yazı dillerinin duayeni olan hocamız çok büyük saha tecrübesine de sahiptir. Doğal olarak modern Türk dillerinin fonetik ve fonolojik özellikleri Mustafa ÖNER tarafından kaleme alınmıştır. Köklü milletin köklü dili, tarihi perspektiften de ele alınmaktadır. Tarihî Türk yazı dillerinin fonetik ve fonolojik özellikleri, Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL tarafından yazılmıştır. Geniş Türk coğrafyasında farklı kültürlerle komşuluk eden Türkler, çok çeşitli alfabeler kullanmışlardır. Alfabe geçmişimizi genç meslektaşım Doç. Dr. Murat ÖZŞAHİN değerlendiriyor. İslami kültürün beraberinde getirdiği Arapça ve Farsça alıntılardaki ses özelliklerini Doç. Dr. Özkan ÖZTEKTEN bu kitaba kazandırdı. Sevgili talebelerim ve meslektaşlarım Doç. Dr. Hakan AKCA ile Doç. Dr. Hüseyin YILDIZ da çalışmaya ciddi katkı sağladılar. Hakan AKCA, uzmanlık alanı olan Türkiye Türkçesi ağızlarının fonetik ve fonolojik özelliklerini zengin örneklerle değerlendiriyor. Hüseyin YILDIZ ise Türkçede vurgu konusuna dikkat çekiyor.
Yusuf K. KEMALOĞLU'nun şahsıma duyduğu güven ve değerli meslektaşlarımın desteği bana güç vermiştir. Onlar olmasaydı, böyle bir sonuca ulaşamayacaktım. Birlikten güç doğuyor, sözünün doğruluğuna bir kez daha tanık oluyorum. Bu tür disiplinlerarası ortak çalışmaların artarak devam etmesini diler, emeği geçenlere kalpten teşekkürlerimi sunarım. Türkiye Klinikleri çalışanlarına bu kitabın hazırlık aşamasında gösterdikleri sabır ve dostluk için teşekkürler...
Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL
Editör
Dil, nesilden nesile aktarılan ve sistemli bir şekilde edinilen semboller ve işaretlerden oluşan ortak bir sisteme dayalı iletişim aracı olarak tanımlanabilir. Sözlü, yazılı ve sözlü olmayan yöntemler de dâhil olmak üzere dilin iletilmesinde çeşitli yöntemlere başvurulur.
Tüm dillerin temel yapı öğeleri sesler, sözcük hazinesi ve dilbilgisidir. İnsana özgü dilin gelişimi evrensel olarak ses, anlam, konuşma ve son olarak da kullanıma dayalı bir dizgeyi izler; bir bakıma konuşma seslerinin anlamlı olarak işitilmesi ve kullanılması bütün iletişim ve etkileşimin temel basamağıdır. Dil ve konuşmanın önemine bağlı olarak odyoloji, dil ve konuşma terapisi alanları uygulamalı dilbilimin alt uygulama alanları olarak görülebilir. Kitabımız çok değerli hocalarımızın yazarı oldukları bölümlerden oluşmaktadır.
Doç. Dr. Güven Mengü, "Genel Hatlarıyla Sesbilgisi (Fonetik) ve Sesbilim (Fonoloji)" başlıklı bölümünde sesbilgisi ve sesbilimin alt dallarıyla birlikte tanımlarına da yer vermektedir. Alanlardaki gelişmeler tarihsel bir bakış açısıyla sunulup, sesbilgisi ve sesbilim konusunda dil ve konuşma terapistleri ve odyologlar için dilin parçasal ve parçalarüstü sesbilgisisel özellikleri bakımından farkındalığın oluşturulmasının yararlı olacağına dikkat çekilmektedir.
Prof. Dr. Mehmet Akif Kılıç, "Türkçenin Ünlü ve Ünsüzlerinin Akustik Özellikleri" başlıklı bölümünde dil ve konuşma alanında araştırma yapan bilim insanlarının kullanılan dilin dilbilim bağlamında sesbilgisel nitelikleriyle ilgili bilgi sahibi olmaları gerekliliğini vurgulamaktadır. Prof. Dr. Kılıç, Türkçenin sesbirim ve altsesbirimlerinin doğru bir şekilde üretilmesi için temel düzeyde sesbilgisine sahip olunmasının önemine dikkat çekip, dil ve konuşma bozuklukları alanında çalışan bilim insanları ve öğrencilerin Türkçenin ünlü ve ünsüz sesbirimlerinin ve altsesbirimlerinin akustik özellikleriyle ilgili bilgi sunmaktadır.
Prof. Dr. Mehmet Demirezen, "Kadın ve Erkek Konuşmalarının Farklıkları" başlıklı bölümünde kadın ve erkeğin biyolojik farklıkları bağlamında oluşan konuşma seslerindeki parçasal ve parçalarüstü farkları betimlemekle birlikte sözkonusu farklılıkların sosyokültürel temellere de bağlı olduğuna dikkat çekmektedir.
Prof Dr. Mehmet Demirezen, "Benzeşmenin Odyolojik Özellikleri" adlı diğer bölümünde bir dildeki konuşma seslerinin arasında seslem ve sözcükler bağlamında birbirine boğumlama ve ses türüne bağlı olarak ses değişmesini vurgulamaktadır. Bu çalışmada benzeşmenin oluşması sırasında seslerde yumuşama, sertleşme, düşme ve türeme oluştuğuna dikkat çekilmiştir.
Konuşma olayının gerçekleşmesi sırasında benzeşmelerin odyolojik bir kolaylık sağlaması çerçevesinde benzer akustik algı, titreşim ve ölçünleme oluşumuna katkıda bulunduğu ileri sürmektedir.
Prof. Dr. Selma Elyıldırım, "Yaşa Bağlı İşitme Kaybının Dil Kullanımına Etkisi" başlıklı bölümünde yaşa bağlı olarak ve özellikle 60 yaşından sonra ortaya çıkan sağlık sorunlarından birisi olan işitme kaybının, kişilerin günlük gereksinimlerinde ortaya çıkardığı güçlüklere değinmektedir. Bu bağlamda işitme kaybı yaşayan yaşlı bireylerin çevresindeki insanlarla iletişim kurmakta türlü güçlükler çektiklerini vurgulamaktadır. Bununla birlikte, yaşlı bireylerin işitme kaybını yaşa bağlı olarak görmeleri ve gerekli önemi göstermemeleri nedeniyle hastalıkların, kayıpların telafi edilmesinde güç bir düzleme geçtiğini belirtmektedir. Prof. Dr. Elyıldırım, yaşa bağlı işitme kaybının zamanında uygulanacak özel yöntem, aygıt ve sosyal destek programlarıyla ilgili kişilerin daha nitelikli bir yaşam sürüdürülmesine olanak tanınacağına dikkat çekmektedir.
Kitabımızın bu bölümünün oluşmasında değerli bilimsel katkılarından ötürü Prof. Dr. Mehmet Akif Kılıç, Prof. Dr. Mehmet Demirezen ve Prof. Dr. Selma Elyıldırım'a çok teşekkür etmek istiyorum. Prof. Dr. Yusuf Kemaloğlu ve Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu Çengel hocalarımla "Odyolojide Konuşmanın Fonetik (Sesbilgisel) ve Fonolojik (Sesbilimsel) Özelliklerinin Önemi: Türkçe Örneği" başlıklı bu kutapta editör olmak benim için büyük bir onurdur, kendilerine ayrıca çok teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Güven MENGÜ
Editör
Mustafa Kemal ATATÜRK
Audiology is a field of study that focuses on how we hear sounds, or more precisely, how, why, and how much we cannot hear. Even if speech disorders are disregarded, speech is a major subject of study in audiology.
The most often expressed complaint in acquired hearing loss is "inability to grasp what is being said," whereas "failure of speech development" is the primary symptom and outcome of congenital hearing loss (before screening programs). Thus, the primary indicator of auditory (re)habilitation success in all types of hearing loss is the individual's ability to understand speech in its entirety; an indispensable indicator of success for congenital deaf people who prefer auditory (re)habilitation is their ability to speak and participate in the academic process.1
Speech is a prominent stimulus in audiological tests. It is most likely the stimulus that gives the most comprehensive data on the adequacy of human auditory-verbal communication at all levels. Because human beings have evolved to communicate via auditory-verbal means. On the one hand, he shaped the brain centers associated with learning, memory, and other intellectual functions in response to this auditory-verbal stimulus; on the other hand, he succeeded in revealing his personality in society, social relationships, and the cultural consequences in a predominantly "auditory-verbal" manner.
Speech, or verbal language, is a fundamental instrument for human cognitive and sociocultural development. Due to the predilection for verbal-auditory communication, several languages have developed, serving as the foundation for the notion of country and cultural differentiation. Speakers of the same language are becoming increasingly distinct from speakers of other languages.2
In this sense, speech in all languages is much more than a collection of phonemes with varying structural characteristics; it possesses deep-rooted fragmented (phonemic) and suprasegmental (prosody, stress, tone, melody, pause, etc.) properties. Additionally, there are significant stylistic and semantic distinctions across languages, not only in terms of the meaning of words and the grammatical characteristics that give them life but also in terms of the tiniest morpheme and emotional sounds.
When speech is used as a stimulus in subjective and objective tests to determine how, why, and how much the subjects cannot hear, it is important to realize that each language uses a stimulus with a unique acoustic structure and content. This stimulus differs from other languages in terms of the frequency distribution of phonemes, but this is not the only auditory variation. Additionally, due to the suprasegmental characteristics of the language, the energy burden absorbed by each frequency cluster in the frequency distribution and, more crucially, the duration of each sub-member of the language-specific frequency system dubbed "speech" is distinct.
When a hearing baby is born, he/she can distinguish his/her mother tongue from other languages and his mother's voice from other sounds. This is most likely not due to a precise phonemic (fragmental) frequency selectivity, but to the "musicality" (prosody) of each utterance, which is governed by the factors of intensity and duration, as well as the mother's overall frequency distribution. This notion also applies to persons of all ages who have hearing loss. The general rule in audiology is that words that are incomprehensible to that language and that society are not used in the tests because it is difficult to note that hearing loss is the reason why a non-meaningful word in that language is not understood by the subject/patient.
Similarly, if the subject/patient is not supplied with a speech stimuli that has that languagespecific musicality, the speech stimulus becomes difficult to grasp. For a very long time, written Turkish language was used without the use of spelling marks to express allophones of phonemes and word stress changes. This places the audiologist in charge of "proper pronunciation" assessments ranging from word lists to phrases or text. Additionally, one must consider how the regional varieties (dialects) of Turkiye Turkish reflect the distinctions in meaning and expression/understanding (and expression) in the test findings. What effect do Anatolian dialects have on the outcomes of our most basic test, the speech discrimination test? Do the comparatively higher energy vowel formant frequencies (usually accumulated below 4000 Hz) associated with the use of long vowels in some Anatolian dialects hide the contribution of high-frequency (over 4000 Hz) consonants, particularly in those with high-frequency hearing loss? As a result, does it make the term more difficult to grasp, particularly for tests in noise?
Additionally, the inclusion of speech features in audiology poses the following issues: In Turkish, the stress is often placed on the final syllable of the word, on the first syllable in proper nouns, and in certain unusual and exceptional circumstances; in polysyllabic words, the stress may move to the middle syllable in some unusual and exceptional cases. As is well known, the stressed syllable's phonemic energy increases and its frequency content changes, albeit somewhat. I'm curious as to where the emphasis moves when audiologists read individual words, particularly those with several syllables. It is a common situation in Turkish dialects that interrogative sentences are ended with an increase in (stress) amplitude. Do audiologists address each word to the subject/patient with a question accent when reading word lists? In how many words does the stress change result in a discernible substantial difference in the aural stimulus's frequency content? To what extent do the word lists, sentences, and texts employed in this study conform to the phoneme characteristics of contemporary Turkish? To what extent may the suprasegmental features of sentences be kept during the testing in accordance with our language? There are universal and language-specific distinctions between male and female speech; therefore, what are the advantages and disadvantages of male and female audiologists' speech tests? A very critical question in this regard is this: As it is known, three syllable words are used in the SRT (Speech Recognition/Reception Threshold) test in our country. Are there really no words ("spondee") consisting of two meaningful syllables with enough equivalent stresses in Turkish?
As it is seen, audiology is not a discipline distinct from the mother tongue of the country and the phonetics and phonology disciplines of Linguistics; indeed, audiology may be viewed as one of the application areas of Linguistics and the Turkish language. Of course, the point that needs to be emphasized in detail here is the phonetics specific to the mother tongue rather than the general phonetics.
In this case, those who receive audiology education and pursue careers in audiology, as well as those who conduct academic research in the field of audiology, and even physicians who diagnose patients based on audiological test results, must be familiar with the variable nature of language and speech and the methodology developed to comprehend it. To begin, each audiologist should be fluent in and proficient in the mother tongue of that country, adhering to all rules. H/She should be familiar with the regional dialect distinctions within his/her country's main lines and should be extremely knowledgeable about the local dialects with which he is currently working or will soon begin working.
"Remember! Without knowing any other language, there is only one language that will take you from the Adriatic to the Great Wall of China: Turkish. Protect your tongue! The salvation of Turkiye depends on the liberation of the Turkish language. If Turkish goes, neither Turkiye will remain, neither the Turkic World nor the Turk!"
Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU
In this context, an audiologist and otolaryngologist working in our country should be familiar with the Turkish language's general structure, as well as its history and contemporary written language and dialects. Considering not only the phonetics of contemporary Turkiye but also the fact that Turkish is one of the world's oldest languages, the field expert should be familiar with the historical development of phonological features and the alphabets used to write Turkish throughout history, albeit in broad strokes.
The purpose of this book is to introduce the phonetic and phonological characteristics of Turkish to audiologists and ENT physicians for the first time in our country, as well as to explain the characteristics of speech tests used in audiology to those working in the fields of Turkish and Linguistics.
The chapters of the book were edited by Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL (The Turkish Language), and by Assoc. Prof. Dr. Güven Mengü (Linguistics). Following agreement on the study's central idea and scope, acceptable article titles and authors were established. As the first interdisciplinary experiment, I hope that this book will aid in the integration of three distinct domains of science and also contribute to the development of new Turkish tests and scales in the field of speech audiology through collaborative research.
It should not be forgotten that Turkish has been spoken across a vast geographical area for at least 2000 years, and hearing loss and speech impairments are at least as prevalent in this vast region as they are elsewhere in the world.
On behalf of all authors and editors, I would like to express our gratitude to "Türkiye Klinikleri" and its staff for providing us with the opportunity and support necessary to complete this book.
I would like to express my gratitude to the authors who contributed valuable and interesting chapters to this book. Despite the difficulties inherent in addressing a diverse audience, they accepted this assignment and wrote 24 chapters, each more valuable and complementary to the next. This book, I believe, will serve as a springboard for future collaborations.
We had the opportunity to work with Güven MENGÜ and Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL for many years under the name of Gazi University, the first higher education institution founded by and named after the Great Leader Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, the founder of our republic and the pioneer of modern Turkish language studies. Following that, they continued their careers at their new university, named after Hacı Bayram Veli, who made significant contributions to the spread of Turkish in Anatolia. This book demonstrates that institutional separation does not preclude projects or academic work, but rather strengthens the desire to collaborate.
Güven MENGÜ is the originator of this study. I'd like to express my gratitude to him for bringing together relevant linguistics topics and experts in this field in this book, as well as for his many years of support for Gazi University's Audiology program and research. I hope that the numerous collaborative projects and academic studies that we have undertaken will continue in the future.
I would like to express my gratitude to Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL, one of our country's leading academics and researchers in the fields of Turkish language and Turcology, for her support and friendship over the last two decades, in identifying the pertinent Turkish language topics and competent field names for this book. I believe that through new projects with our devoted teacher who serves the Turkish language and culture, we will contribute to our country and the Turkish World.
On behalf of the authors and editors, I would like to express my deepest gratitude to you, our esteemed readers, for your valuable future work in this field.
Sincerely.
Prof. Dr. Yusuf K. KEMALOĞLU
Editor
1 While speech, or auditory-verbal language, is not the sole choice for hearing-impaired persons, it is the society's preference. It should not be forgotten that there are congenital deaf persons in every country who do not choose to have auditory (re)habilitation or who do not have this opportunity within their first two years of life, and they will continue to exist in the future. Sign language can give these persons a social and academic life comparable to that of the general population.
2 National sign languages allow the Deaf with cognitive and sociocultural development and differentiation comparable to the general community.
In a narrow sense, Turkish refers to Turkey Turkish and its dialects, but in a broader sense, it encompasses historical and contemporary written languages. This is further supported by the fact that our language is referred to using the terms Turkish, Turkic, Turkish language, and Turkish language in historical texts published across the broad Turkish territory. Until the 13th century, the common written language of the Turkish World is represented by the works of the Kok-Turk, Uighur, and Karakhanid eras. The aforementioned phases, including phonetics, morphology, and fundamental Turkish vocabulary, are indisputable extensions of one another. Only the imported vocabulary differs: relatively few Chinese terms in the Kok-Turk period, a high number of Sanskrit words in the Uighur period, and particularly Arabic and Persian words in the Karakhanid Turkish, the first representative of the Islamic period... At that time, the Turkish equivalents of the concepts of Buddhism and Manichaeism, and then of İslamic concepts, also demonstrate the expressive potential of Turkish as well.
In Iran, Azerbaijan, and Anatolia, a second written language developed from Turkish in the 13th century. In this geography, the Oghuz language began to symbolize Western Turkish. From this time until the nineteenth century, works written in both Eastern and Western Turkish use the same concepts to convey Turkish. The ideas of Türkî, Türkçe, and Türk tili ''Turkish'', which were utilized by the Eastern Turks until the nineteenth century, were replaced by the term Chagatai in this century. Then, during the Soviet period, between 1920 and 1930, the single written language of Eastern Turkish, Türkî ''Turkish'' (later renamed Chagatai Turkish), vanished, and written languages based on tribe dialects and identified by tribe names emerged: Kyrgyz, Kazakh, Uighur, Uzbek, Tatar, etc. Texts written continuously from the earliest written documents to the present provide the possibility to track the phonetic, morphological, and lexical characteristics of Turkish.
The goal of this study is to provide the Turkish language department, audiologists, and ENT physicians with information regarding Standard Turkish. The study was conceived by my dear friends Prof. Dr. Prof. Yusuf K. KEMALOĞLU and Assoc. Prof. Dr. Güven MENGÜ. I would want to thank Yusuf K. KEMALOĞLU, who has worked for the Department of Otorhinolaryngology at the Gazi University Faculty of Medicine for many years, and whose professional integrity and friendliness I have always felt, for providing me and my colleagues with this chance. He merged the fields of Turcology and Otolaryngology (ENT) with his extensive experience and comprehensive perspective. I believe that interdisciplinary studies of this nature will continue. Our professional relationship and friendship with Güven MENGÜ, which began at Gazi University, grew at Ankara Hacı Bayram Veli University. His affection and regard for me are worthy of mention here. I extend my most sincere thanks to him.
The subjects of the articles in this book were determined by Yusuf K. KEMALOĞLU and myself. The main topics that ENT physicians and audiologists might need most were selected and my valuable colleagues, who are experts in the field, contributed as authors. Prof. Dr. Mustafa ÖNER has dedicated his life to the researches of the Turkish World. Our teacher, who is the doyen of Kipchak written languages, also has great field experience. Naturally, the phonetic and phonological features of modern Turkish languages were written by M. ÖNER. The rooted language of the rooted nation is also discussed from a historical perspective. Phonetic and phonological features of historical Turkic languages was written by Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL. The Turks, who are neighbors with different cultures in the wide Turkish geography, used a wide variety of alphabets. Our young colleague Assoc. Prof. Dr. Murat ÖZŞAHİN evaluates the subject of our alphabet history. Assoc. Dr. Özkan ÖZTEKTEN brought the sound features of Arabic and Persian quotations brought by Islamic culture to this book. My dear students and colleagues, Assoc. Prof. Dr. Hakan AKCA and Assoc. Prof. Dr. Hüseyin YILDIZ also contributed significantly to the study. Hakan AKCA evaluates the phonetic and phonological features of Turkey Turkish dialects, which is his area of expertise, with rich examples. Hüseyin YILDIZ, on the other hand, touches upon the issue of emphasis in Turkish.
The confidence of Yusuf K. KEMALOĞLU in me and the support of my valued colleagues gave me strength. Without their support, I would not have been able to accomplish such a feat. Once again, I have seen the validity of his statement that unity breeds strength. I hope that such interdisciplinary cooperation continues to grow, and I would want to extend my sincere gratitude to everybody who contributed. Thanks to the staff of Türkiye Klinikleri for their patience and friendship during the preparation of this book.
Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL
Editor
Language is means of communication based on a shared system of symbols and signs that are transferred from generation to generation and methodically learned. Verbal, written, and nonverbal modes of communication are used in the transmission of language. Sounds, vocabulary, and grammar are the core structural constituents of all languages. The evolution of human language generally follows a pattern based on sound, meaning, speech, and eventually use; in a sense, hearing and meaningfully using speech sounds is the foundation of all communication and interaction. Depending on the significance of language and speech, the subjects of audiology, language, and speech therapy may be considered sub-applications of applied linguistics. There are chapters in our book written by professors of exceptional value.
Assoc. Prof. Dr. Güven Mengü provides information about the sub-branches and definitions of phonetics and phonology in the section entitled ''General Definitions of Phonetics and Phonology''. The developments in the fields were presented from a historical perspective and it is pointed out that it would be beneficial for speech and language therapists and audiologists to raise awareness in terms of the segmental and suprasegmental phonological features of the language.
Prof. Dr. Mehmet Akif Kılıç, in his chapter entitled ''Acoustic Characteristics of the Turkish Vowels and Consonants'', emphasizes that specialists who do research in the field of language and speech should have information about the phonological characteristics of the language used in the context of linguistics. Prof. Dr. Kılıç draws attention to the importance of having a basic level of phonetics for the correct articulation of phonemes and allophones of Turkish and provides information about the acoustic properties of vowel and consonant phonemes and allophones of Turkish to specialists and students working in the field of language and speech disorders.
Prof. Dr. Mehmet Demirezen, in his section entitled ''The Differences Between the Talks of Women and Men'', describes the segmental and suprasegmental differences in speech sounds that occur in the context of biological differences between men and women, and draws attention to the fact that these differences also depend on sociocultural foundations.
Prof. Dr. Mehmet Demirezen, in his other section entitled, ''The Audiological Features of Assimilation'', emphasizes the sound changes between speech sounds in a language depending on the articulation and sound type in the context of phonemes and words. In this study, it is noted that during the formation of assimilation, softening, hardening, falling and derivation occur in speech sounds. He argues that during the realization of the speech event, analogies contribute to the formation of similar acoustic perception, vibration, and measurement within the framework of providing audiological convenience.
Prof. Dr. Selma Elyıldırım, in her section entitled ''The Effect of Age-Related Hearing Loss on Language Use'' provided information about the difficulties that people experience in daily needs of hearing loss, which is one of the health problems that occur depending on age and especially after the age of 60. In this context, she emphasizes that elderly individuals with hearing loss have various difficulties in communicating with the people around them. She states that because elderly individuals regard hearing loss as age-related and do not show the necessary importance, diseases pass to a level that is difficult to compensate for the losses. Prof. Dr. Elyıldırım draws attention to the fact that special methods, devices and social support programs to be applied at the time of age-related hearing loss will enable people to lead a more qualified life.
I would like to express my gratitude to Prof. Dr. Mehmet Akif Kılıç, Prof. Dr. Mehmet Demirezen, and Prof. Dr. Selma Elyıldırım for their valuable scientific contributions to the formation of the related chapter in our book. Moreover, it is a great honor for me to be the editor of this book entitled ''The Importance of Phonetic and Phonological Features of Speech in Audiology: The Example of the Turkish Language'' with my professors Prof. Dr. Yusuf K. Kemaloğlu and Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu Çengel. It is with great pleasure that I extend my sincere gratitude to them.
Assoc. Prof. Dr. Güven MENGÜ
Editor
.: İşlem Listesi